Blog

İslamın Eşcinselliğe Bakışı – Psk. Dan. Ali Yonca

İslamın Eşcinselliğe Bakışı birçok kişi tarafından yanlış bilinmektedir. Eşcinsellikle ilgili olan bilgilerin de toplumdaki algısı genellikle medyaya dayanmaktadır. Medyada “eşcinsellik doğuştandır” gibi sözlerle insanlara yanlış bilgiler verilmektedir. Peki, İslam, psikoloji bilimi ve tıp bilimi eşcinsellere nasıl bakmaktadır? Bunu aşağıda size kısaca açıklayacak olsak da, bu konuda en kapsamlı bilgiyi “İslam, Bilim ve Eşcinsellik” adlı kitapta bulabileceksiniz. Şimdi başlayalım.

İslamın Eşcinselliğe Bakış Açısı

Öncelikle İslam’ın ne olduğu tanımlanmalıdır. Her başlığımızda aslında basit olarak görünen kavramları açıklama sebebimiz, toplum tarafından yanlış bilinmesidir. İslam dediğimizde aklımıza sadece günümüzdeki Kur’an-ı Kerim’e inanan Müslümanları anlıyor olabiliriz. Lakin İslam, ilk insan Adem aleyhisselam’dan beri süregelen bir dindir. Sadece dönemlere göre gönderilen kitaplar farklılaşmıştır. İslam, Adem (aleyhisselam)’den beri gelen ve 4 farklı kitap gönderilmiş olan dinin adıdır. Bu kitaplar sırasıyla, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim’dir. Yahudiliğe, Hıristiyanlığa ve Müslümanlığa göre eşcinsellik haramdır (yasaklanmıştır). Aynı şekilde dünyada bilinen neredeyse tüm dinler eşcinselliği yasaklamaktadır.

Eşcinselliğin İslam’da yasak oluşu tek sebebe bağlı değildir. Öncelikle İslam ve Müslümanlık terimi “teslim olmak” kökünden gelmektedir. Yani, İslam’ı kabul ediyorsan o halde Allah’ın verdiği tüm kurallara uyman gerekmektedir. Tümüyle teslimiyeti içerdiği için bir Müslüman eşcinselliğin günah olmadığını söyler ise İslam dinindeki “teslim olmak” kaidesini ihlal ettiği için, dini tehlikeye girer. Çünkü bu fiil Kur’an’da açık açık beyan edilmiştir. Bu kurala uymadığınız zaman uyarılır ve cezalandırılırsınız.

İslam’da eşcinselliğin yasak oluşunun ilk sebebi aile kavramına zarar vermesidir. Hucurat Suresi 13. Ayette: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” buyurulmaktadır. Aile kavramı bir anne, bir baba ve en az bir çocuktan oluşan yapıya denmektedir. İslam’da çocuk yetiştirmeye ve aile olmaya büyük bir önem verildiği için üremeyi engelleyen ve devamlılığı olmayan aile yapılarına karşı çıkmaktadır.

İkinci sebep ise toplumda ahlaki yapıyı bozmasıdır. Ankebut Suresi 30. Ayette “Lût, “Şu ahlâkı bozan topluluğa karşı bana yardım et rabbim!” diye dua etti.” . İnsanı hayvandan ayıran şeylerden biri de aklı olması ve amaca uygun davranmasıdır. Sadece içgüdülerle hareket edersek o halde öfkelendiğimiz zaman birini öldürmemiz gerekir. Ensest ilişkilere de izin vermemiz gerekir. Lakin biz akla, vicdana ve toplumsal huzura göre davranmak zorundayız. Ters ilişki de içgüdüsel bir davranıştır. Normalde yapısal olarak cinsel ilişkiye uygun olmayan bir organı cinsellikte kullanmak bilime de, akla da, İslam’a da aykırıdır. İslam da toplumsal huzuru sağlamak için ahlaki kurallar temin etmiştir. Ahlaki kurallara uymayanların da toplumda ifsada yol açacağını söylemektedir.

Üçüncü sebep, insanın temiz olmasıdır. Anal ilişkide temizlikten bahsedilemeyeceği gibi, hastalıkların da ardı ardına gelişi kaçınılmazdır. Dışkı yolunu cinsel ihtiyaç yeri olarak kullanmak hayvani içgüdüdür. Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Temizlik imanın yarısıdır”.

İslam’da Eşcinselliğin Cezası

İmam Şeybani’ye göre eşcinsellik fiilini yapan kişi zina suçu işlemiş gibi ceza alır. Zina suçu işleyenin cezası ise had cezasıdır. Evli olduğu halde bu fiili yaptıysa recmedilir. Bekar ise 100 kırbaç ile cezalandırılır. Şafi mezhebine göre bir kişi bu fiili işlerse ve bu kişi bekarsa hem 100 kırbaç yer hem de sürgün cezası verilir.

Maliki ve Hanbeli mezhebi bu fiili yapan kişilerin öldürülmesi ya da recmedilmesi gerektiğini ifade ederler. Bu kişi bekar da olsa evli de olsa fark etmez. Eşcinsellik fiilinin ispatlanabilmesi için zinada olduğu gibi 4 şahidin olması gerekmektedir.

BİLİM VE EŞCİNSELLİK

Bilim, dünya ve evrenin çalışma prensiplerini anlamak, doğayı gözlemlemek, keşfetmek, açıklamak ve öngörmek amacıyla sistematik olarak yapılan araştırmalar ve deneylerin genel adıdır. Bilim, gözlem, deney, analiz, hipotez oluşturma, teori geliştirme ve sonuç çıkarma gibi yöntemleri kullanarak gerçekliği anlamaya ve açıklamaya çalışır. Bu süreç, düşünce ve kanıta birliği üzerine inşa edilir.

Bilim, sistematik ve tekrarlanabilir deneyler, gözlemler ve analizler yoluyla elde edilen kanıtlara dayalıdır. Bilimsel yöntem, hipotezlerin test edilmesi, deneylerin ve gözlemlerin tekrarlanması, sonuçların değerlendirilmesi ve genellemelerin yapılması süreçlerini içerir. Bilimin amacı, doğayı ve evreni anlamak, gerçekleri keşfetmek ve insanlığın bilgi birikimini artırmaktır.

Bu terimleri açıklama sebebimiz, temelde bilim ve eşcinselliğin tanımını tekrar gözden geçirmektir. Şimdi sizlere bilim ışığı altında eşcinselliğe bakışı anlatalım.

Az önce de dediğimiz gibi, bilim; deney, gözlem ve somut örneklere dayalı bilgilere göre yorum yapmaktadır. O halde eşcinselliğin bilimsel araştırmalarını sizlere sunalım.

Bu araştırmalardan en bilineni ve en kapsamlısı Science adlı dergide yayınlanmıştır. Bu araştırmaya göre, 500 bin insanın genlerine bakıldı ve genden gelen sadece iki cinsiyet bulundu. Birincisi XX, diğeri ise XY.

Anne ve babadan çocuklara geçen DNA, kişinin genetik özelliklerini taşır. Bir bebeğin genetik cinsiyetini ise cinsiyet kromozomları belirler. 2 tip cinsiyet kromozomu vardır, bunlar X veya Y olarak adlandırılır. Kadınlarda 2 X kromozomu (XX) bulunurken, erkeklerde bir X ve bir Y (XY) bulunur.

Science’da yayınlanan ve yaklaşık 500.000 kişinin genomlarına dayanan bulgular, daha önceki küçük çalışmaların sonuçlarını da ortaya koyuyor ve birçok bilim insanının şüphelerini doğruluyor:

“Cinsel yönelimin genetik bir bileşeni olmasına rağmen, hiçbir gen tek başına cinsel davranışlar üzerinde etkili değildir.”

MIT Broad Institute ve Harvard’da bir genetik uzmanı olan ve makalenin baş yazarı olan Andrea Ganna şöyle diyor: “Eşcinsel geni” diye bir şey yok.

Ganna ve meslektaşları yaptıkları analizlerde cinsel davranışların %25’inin genetik olarak açıklanabileceğini, geri kalanının da daha küçük çaplı çalışmaların da bulgularına benzer olarak çevresel ve kültürel faktörlerden etkilendiğini buldular.

İngiltere’deki Oxford Üniversitesi’nde sosyolog olan ve üreme davranışlarının genetik temelini inceleyen Melinda Mills bu çalışmayı “sağlam bir çalışma” olarak yorumluyor.

Bilim insanları, çok uzun zamandır genlerin cinsel yönelimleri kısmen etkilediğini düşünüyorlardı. 1990’lı yıllara ait araştırmalarda, aynı yumurta ikizlerinin cinsel yönelimi paylaşma olasılıklarının çift yumurta ikizlerine veya evlat edinilmiş kardeşlere göre daha olası olduğunu göstermişti. Bazı çalışmalar, X kromozomunun Xq28 bölgesi adı verilen belirli bir kısmının, biyolojik olarak erkeklerin cinsel yönelimi ile ilişkili olduğunu ileri sürmüştü ancak daha sonraki araştırma sonuçları bu sonuçların şüpheli olduğunu ortaya koymuştur.

Son çalışmada ise, Ganna ve meslektaşları, SNPs (İng: “Single Nucleotide Polymorphism, Tr: “Tek Nükleotit Çokbiçimliliği”) adı verilen tek harfli DNA değişiklikleri için yüz binlerce insanın genomlarına bakmak için GWAS (İng: “Genome Wide Association Study, Tr.: “Genom Boyu İlişkilendirme Çalışması”) yöntemini kullandılar. Ortak özelliği olan birçok insan belirli SNPs’leri de paylaşıyorsa, SNPs’lerin bu özelliklerle bir şekilde ilişkili olma olasılığı vardır.

Araştırmacılar, çalışma katılımcılarını aynı cinsiyetten biriyle seks yaptığını bildiren ve bildirmeyenleri iki gruba ayırdı. Sonra araştırmacılar iki ayrı analiz yaptılar. Birinde, bir milyondan fazla SNPs değerlendirdiler ve birbirleriyle daha fazla ortak SNPs’ye sahip olan kişilerin de benzer cinsel davranışlar bildirip bildirmediklerine baktılar. Bilim insanları, genetiğin cinsel davranıştaki değişiklikleri sadece % 8-25 oranında açıklayabildiğini buldular.

Ganna ve meslektaşları ikinci analizlerinde, hangi SNPs’lerin aynı cins cinsel davranışlarla ilişkili olduğunu görmek istediler ve bu bireyler arasında yaygın olan beş tanesini buldular. Bununla birlikte, bu beş SNPs, cinsel davranışlardaki farklılıkların %1’inden daha azını açıklamayı başarmıştır.

Ganna bu durumun, çoğu araştırmacının henüz bulamadığı cinsel davranışları etkileyen birçok gen olduğunu gösterdiğini söylüyor. Çok daha büyük bir çalışmanın, eksik varyantların tanımlanmasına yardımcı olabileceğini düşünüyor.

Ancak Ganna, bu SNPs’lerin herhangi bir kişide cinsel yönelimi güvenilir bir şekilde tahmin etmek için kullanılamayacağına dikkat çekiyor çünkü hiçbir genin tek başına cinsel davranışlar üzerinde büyük bir etkisi yoktur.

Araştırmacılar, aynı cins cinsel davranışlarında bulunan bazı SNPs’leri tanımlamış olsalar da, genetik varyantların ne yaptığından emin değiller. Bu genlerden biri koku ile ilgili ve Ganna bunun cinsel çekimde rolü olduğunu söylüyor. Başka bir SNPs, erkek tipi kellik ile ilişkili; seks hormonlarının seviyelerinden etkilenen bir özellik, bu hormonların aynı cins cinsel davranışla da bağlantılı olduğunu gösteriyor.

Ganna’ya göre bu sonuçlar insan cinselliğinin karmaşıklığını gösteriyor. Ayrıca, bu kadar hassas bir konuyla ilgili ayrıntılı bulguların kamuoyuna açıklanmasının zor olacağını bilerek, bu çalışmayı diğer araştırmacılar bir meydan okuma olarak sunmuş oldular.

Çalışma araştırmacıları sonuçların yanlış yorumlanmamasını sağlamak için ve bulguları halka iletmenin en iyi yolunu bulmak için, LGBTQ grupları ve bilim-iletişim uzmanlarıyla birlikte çalıştılar  (evrimagaci.org adlı siteden alıntı yapılmıştır).

Sonuç olarak, bilimsel araştırmalar eşcinsellik geninin olmadığını ancak kişilerin eşcinselliğe kaymasına etken oluşturabilecek bazı küçük genetik faktörler olabileceğini savunmaktadırlar. Buraya kadar olan araştırmaları incelediğimizde, eşcinselliğin doğuştan gelmediğini bilimsel olarak söyleyebiliriz. Demek ki, insanlar tek bir etkenle eşcinselliğe kaymamaktadır. Buradaki etkenlerden bir tanesi genetik etken olabilmektedir. Genetik etken ise eşcinsel olmadaki diğer etkenlere nazaran daha küçük bir etkiye sahiptir. Çevresel ve kültürel etkenlerin bu noktada daha etkili olduğunu bilimsel anlamda söyleyebiliriz.

Peki, bilime göre eşcinsellik doğuştan oluşan bir durum değilse, insanlar nasıl kendilerinin doğuştan eşcinsel olduğunu düşünmektedir? Bilimi kabul edenlerin bu cümleyi kullanmaları bilime ters düşmektedir.

Bilimin birçok dalı bulunmaktadır. Astronomi, kimya, fizik, matematik, geometri, biyoloji, tıp, sosyoloji, psikoloji, antropoloji ve siyaset bilimi bilimin dalları olarak bilinmektedir. Yani, astronomi de bir bilimdir, psikoloji de bir bilimdir. O halde eşcinselliğe etki eden faktörleri ele alarak bilim dalları altında inceleyelim.

PSİKOLOJİYE GÖRE EŞCİNSELLİK

Öncelikle psikolojinin tanımını yapalım. Psikoloji, insan ve hayvan davranışını ve zihinsel süreçleri bilimsel yöntemlerle inceleyen ve anlamaya çalışan bir disiplindir. Psikoloji, duygular, düşünceler, algılar, öğrenme, hafıza, motivasyon, kişilik, sosyal etkileşim ve zihinsel sağlık gibi bir dizi konuyu kapsar. Bu disiplin, insan ve hayvan zihnini, duygularını ve davranışlarını anlamlayarak hem bireylerin hem de grupların yaşamlarını iyileştirmeyi amaçlar. Bu tanım çerçevesinde eşcinselliği değerlendirirken bazı sorulara cevap niteliğinde ilerlemeye çalışacağız. Birazdan size psikolojinin öncüleri olan bilim adamlarının görüşlerini sunacağız. Bilgileri kendi kitaplarındaki sözlerden alarak size ileteceğiz. Şimdi görüşlere bir bakalım.

SİGMUND FREUD’A GÖRE EŞCİNSELLİK

Sigmund Freud, psikolojinin babası olarak bilinen psikanalizin kurucusudur. İnsan psikolojisinin en büyük etkeninin cinsellik olduğunu söylemektedir. Bundan dolayı cinsellik üzerine çokça araştırma yapmıştır. En çok bilinen görüşlerinden biri, saldırganlığın cinsellikle bağlantılı olduğunu söylemesidir. Eşcinsellikle ilgili de birçok araştırma yapmış ve görüşlerini bilimsel olarak yazmaya çalışmıştır. Tam olarak ortaya bir tez koymasa da, bu durumu cinselliğin dönemsel durumları ve aile ile bağlantısına bakarak yorumlamaya çalışmıştır.

Sigmund Freud’a göre eşcinsellik: “Kendini karşıt cinsteki ebeveyn ile özdeşleştirmenin de etkisiyle oluşmuş, psikoseksüel gelişimdeki çatışmaların bir sonucu olarak tanımlamıştır.” Kısaca açıklamak gerekirse; Sigmund Freud’a göre eşcinsellik, cinselliğin yeterli düzeyde olgunlaşamamasıdır. Bu duruma “immatürite” denmektedir.

Freud’a göre eşcinsellik, cinsel sapmadır. Bunun kaynağı, çocuğun 3-6 yaş arasında anne babasıyla yaşadığı ilişki yanlışlarıdır. Örneğin, bir kız çocuğunun lezbiyen olmasında babasının silik, etkisiz ve pasif, annesinin de baskın ve otoriter olmasının etkisi çok büyüktür.

Bir lezbiyene sorulan bir soruda;

Sunucu: “Annenin mizacı nasıl bir mizaçtı?” Lezbiyen: “Çok otoriter, dediğim dedik. Annem bir şey diyorsa o şey yapılacaktır. Mesela bir yere gidilecek, babam izin veriyorsa, annem izin vermiyorsa gidilemez. Babam izin vermiyor ama annem izin veriyorsa gidilir. O ne derse o olurdu.” Demiştir.

Babasıyla ilgili sorulan “baban nasıl bir mizaçta?” sorusuna ise; “babamı pek hatırlayamıyorum” şeklinde cevap vermiştir.

Yukarıda verilen örnek gerçek bir örnekten alınmadır ve Sigmund Freud’un sözünün daha iyi anlaşılabilmesi için yazılmıştır. Tabi ki, sadece bir kişiye dayalı sonuç çıkarılamaz. Ancak yukarıdaki diyalog durumun daha iyi anlaşılabilmesi için örnek olarak verilmiştir.

ALFRED ADLER’E GÖRE EŞCİNSELLİK

Adler’e göre kişinin cinsel yöneliminde karşı cins yerine canlı cansız başka bir şey koyması sapıklıktır.

Alfred Adler, ‘Eşcinsellik Üzerine’ adlı kitapta, eşcinsellik dahil sapıklıkların ortak özelliklerini şöyle sıralamıştır:

  • Her sapıklık, erkekle kadın arasındaki büyümüş ruhsal uzaklığın dışavurumudur.
  • Her sapıklık, normal cinsellik rolünün benimsenmesine karşı açığa vurulan az ya da çok güçlü bir başkaldırı, sapık kişinin zayıflamış kişilik duygusunu güçlendirmeye yönelik planlı ama bilinçdışı bir çabadır.
  • Sapıklarda normal partneri değersizleştirme eğilimi hiçbir zaman eksik değildir; dolayısıyla, dikkatle bakıldı mı, partnere duyulan bir kin ve ona karşı savaş sapıkların davranışında öne çıkan özelliklerdir.
  • Erkeklerdeki sapıklık eğilimi, kadının aşırı değerlendirme konusu yapılmış gücü karşısındaki aşağılık duygusunu gidermek için başvurulan kompenzasyon (dengeleme) çabasıdır. Kadındaki sapıklıklar da yine onun kendisinden güçlü gözüyle baktığı erkek karşısındaki aşağılık duygusunu gidermek amacına yönelik bir çabadır.
  • Sapıklık, her zaman aşırı duyarlılığın, ileri derece bir hırs ve inatçılığın yer aldığı ruhsal yaşamdan doğup çıkar.

Sonuç olarak, Alfred Adler eşcinselliği cinsel sapıklık olarak değerlendirmiştir.

Not: Alfred Adler’in kitabının asıl ası “Das Problem der Homosexualitat und sexueller Perversionen” Türkçe adıyla “Eşcinsellik Problemi” dir.

Kitabın adının neden yanlış çevrildiği noktasında farklı yorumlar bulunsa da, günümüz psikolojisinde eşcinsellik sapkınlık ve hastalık olarak görülmediği için kitabın isminin “problem” olarak çevrilmesi de büyük tepkileri beraberinde getirebileceği düşünülmektedir. Bundan dolayı kitabın ismini farklı çevirdiklerini düşünmekteyiz.

CARL JUSTAV JUNG’A GÖRE EŞCİNSELLİK

Eşcinsellik Freud’da olduğu gibi Carl Gustav Jung’a göre de olgunlaşamamadır. Hatta bir tür çocukluktur. Yetişkin dünyasına adım atamamaktır. Ona göre bu duruma genç erkeğin anne ile ensest korkusu, bu korkunun diğer kadınlara uzanması ve evlilik vb. gibi yükümlülüklere karşı duyulan çeşitli korkular da eşlik edebilir.

Anne kompleksinin etkileri kız ya da erkek çocukta belirmesine göre farklılık gösterir. Erkek çocukta görülen tipik etkiler, eşcinsellik ve Don Juancılık bazen de iktidarsızlıktır. Eşcinsellik de çocuğun bütün heteroseksüelliği bilinçdışı bir formda anneye bağlıdır. Don Juancılık’ta karşılaştığı her kadında bilinçsizce annesini arar.

C.G. Jung, “Arketipler ve Kolektif Bilinçdışı” kitabının 1989 tarihli orijinal Almanca 7. baskısının 86. sayfasında, eşcinselliğe değinir ve erkek kimliğinin “anima” ile ilişkisini anlatır. Merkezî anne arketipinin etrafında olan anima, eğer bir erkekte fazla gelişirse onun karakterini yumuşatır ve onu hassas, asabi, fevri, kıskanç ve uyumsuz yapar. Jung, erkek eşcinselliğinin “anima” ile bağlantılı olduğunu söyler. Jung’a göre bu süreç daha ziyade hermafrodit arketipten yetersiz bir şekilde ayrışmayı temsil eder. Tek yönlü bir cinsiyet kimliğine karşı yoğun bir direnç vardır. Ve Jung, “Bu durum, aslî cinsel kimlik tamamen yok olmadıkça her zaman patolojik olmayabilir.” der.

GÜNÜMÜZ PSİKOLOJİSİNE GÖRE EŞCİNSELLİK

Az önce bahsettiğimiz psikoloji öncülerinin görüşleri günümüzdeki LGBT lobileri tarafından reddedilmektedir. Bir kısım psikolog, eşcinselliği sapkınlık olarak adlandırırken, bir kısım psikolog ise doğal bir durum olarak nitelendirmektedir. Eşcinsellik günümüzdeki dünya sağlık örgütü tarafından hastalık olarak görülmemektedir. Bundan dolayı buna dair yapılan tedavileri engellemişlerdir. Günümüz psikologları ile ilgili bazı görüş örneklerini okuyalım:

Psikiyatrist Dr. Cem KEÇE, bu durumla ilgili “Eşcinselliğin, biyolojik ya da genetik kökenli olduğuna dair kabul görmüş herhangi bir bilimsel veri mevcut değildir” demiştir.

Psikolog Sondor RODO, bu durumla ilgili “Eğer erkek erkekten hoşlanıyorsa, neden kadını taklit eden bir erkeği seçmektedir? Eğer bir kadın bir kadına yöneliyorsa, neden erkeksi bir kadını tercih etmektedir? (Çünkü) Erkek-Kadın eşleşmesini taklit etmektedirler.”

Psikiyatrist Mustafa Merter, “Yapılan tüm araştırmalar eşcinselliği tek bir nedene bağlamamaktadır. “Böyle doğdun” demek, yeterince araştırma yapılmadığının veya ideolojik bir tavır takınıldığının işaretidir” der.

Amerikan Psikoloji Derneği olarak, sosyal etkinlik açısından genel bir sorun yaşamayan ve kendilerini iyi hissettiklerini söyleyen kişilerin cinsel yönelimleri dolayısıyla hasta oldukları sonucuna varmaktan vazgeçmekteyiz.

Türk Psikologlar Derneği şöyle diyor: Tüm dünyada, ruh sağlığı uzmanları tarafından kabul gören görüş, eşcinselliğin bir ruhsal bozukluk değil, kişinin kendi iradesinden bağımsız bir cinsel-duygusal yönelim olduğu doğrultusundadır. (…) Eşcinselliğin bir cinsel tercih ya da bir ruhsal bozukluk olduğu yönündeki görüşlerin, çeşitli kültürel etkenlerden kaynaklı kişisel görüşler olması nedeniyle tarafımızca tartışılacak bir yönü bulunmamaktadır. 

Prof. Dr. Şahika Yüksel: “Eşcinsellik bir hastalık değildir. 1974’ten beri psikiyatrik ve ruhsal hastalık sınıflamasında kabul edilmiyor. Buna rağmen farklı kültürlerde derecesi değişmekle birlikte, ayrımcılığa ve şiddete maruz kalan, kendi kimliklerini inkar etmeye yönelik bir grup eşcinseller. (…) Eşcinsellik hastalık olmadığı için tedavisi de tıp ahlakına uygun değildir. Tedavi bir şeyin ortadan kaldırılması anlamına gelir. Eşcinsellik normal bir durumdur. Ama toplumsal baskılardan dolayı varoluşunu yaşamakta zorlanan kişilerin kendileri ya da yakınlarının, destek almaları mümkündür.”

6 farklı genel görüş birbiriyle bazı noktalarda çatışsa da, sonuç anlamında eşcinselliğin tek bir sebebe bağlı olmadığında ittifak edilmiştir.

Şimdi asıl önemli olan konumuz: “hangi psikolojik etkenler eşcinsel yönelime sebep olmaktadır?”, “ebeveyn eğitimi ile eşcinsellik arasındaki ilişki” ve buna benzer başlıklar altında bireylerin eşcinselliğe neden yöneldiğini sizlere anlatmaya çalışacağım.

ÇOCUK EĞİTİMİ İLE EŞCİNSELLİK ARASINDAKİ İLİŞKİ

Son yıllarda yapılan bazı araştırmalara göre, ilk çocukluk yıllarında (5-6 yaşına kadar) emosyonel yönde baba ilgisinden yoksun kalan ve anneye sıkı bağımlılığı olan erkeklerde eşcinsel eğimlerin gelişimi artmaktadır. Buna göre, eşcinsellik çevre faktörlerinin etkisiyle kazanılan yanlış bir cinsel kimlik sapması olabilmektedir. Kadın görünümlü erkekler artık toplumumuzda sık sık karşılaştığımız insanlar olmuştur. Transvestizm, erkeklerin kadın görünme, kadınların da erkek görünme isteklerini karşı cinsiyete ait giyimle açığa vurma biçiminde görülen bir davranış sapmasıdır.

Transvestitler, kendi cinsiyetlerine ait elbise ve çamaşır gitmekten sıkıntı duyarlar. Henüz çocukluk çağında oyun, giyim ve ifade biçimleri yönünden karşıt cinsiyetten olmayı tercih ettikleri görülmektedir. Gelişme ve evrelerinde maruz kaldıkları çevre faktörlerinin cinsel kimliklerini oluşturduğu kabul edilmektedir.

Cinsel kimlik bozukluklarının temelinde gelişme çağının duyarlı ve kritik dönemlerinde güvenilir ve sağlıklı bir identifikasyon (özdeşleşme) olanağı olmayanlar, yetişkin dönemlerinde bu tür cinsel kimlik bozuklukları görülebilmektedir. Örneğin, erkek cinsel kimlik bozukluğu gösterenler bu kritik dönemlerde kendilerine güven veren ve kendilerine örnek alabilecekleri bir erkek tipi bulamadıkları için ileri yaşlarında bocalayabilmektedirler.

Aile ortamında tutarlı, sürekli ve güven verici bir baba örneği göremeyenler, bir ağabey, bir amca, bir dayı gibi aile yakınlarından birisini bulamayan bireyler, koşullar da elverişli olduğu zaman cinsel davranış bozukluklarını gösterebilmektedir.

Bu anlatıma göre, denilebilir ki, çocukluk yaşında kız ya da erkek çocukların özdeşleşebileceği tutarlı, sağlıklı davranış gösterebilen erkek ya da kadın yakınlarına ihtiyaç vardır. Pratikte rastlanılan örneklerde çocukların küçük yaşta bir ana-baba birlikteliği yaşamadıklarını ve çevrelerinde de onların yerini tutabilecek, kendilerine örnek alacak kimseleri olmadığını ve bu arada bir takım olumsuz etkileşimleri de yaşadıklarını görebilmekteyiz.

Olayın sosyal cinsiyet boyutu çok önemlidir. Sosyal cinsiyet, doğumu yaptıran hekimin doğum belgesini cinsiyete göre düzenlemesidir. Ve çocuğun toplumsallaşma süreci, giyimi, ilgili eğitimcilerin (ana-baba, öğretmen vb.) çocukla ilişkileriyle belirlenmektedir. Sosyal cinsiyeti etkileyen faktörlerde özellikle okul çağı öncesi üzerinde önemle durulması gerektiği kanaatindeyiz.

Ana-babaların çocukların cinsiyetiyle ilgili tutumları çok önem taşımaktadır. Örneğin, biyolojik ve sosyal cinsiyeti erkek olan birey, ana-baba ve yakın çevresinde kız cinsiyetine özendirilirse, sonunda kişilikte kadınca belirtiler ağır basabilir. Bunun tersi de mümkün olabilmektedir.

Ancak, burada cinsel kimliğin gelişimini olumsuz etkileyen koşullanmaların da önemli rolü vardır. Ana-babaların cinsellikle ilgili konuları tabu sayarak konuşmaktan kaçınmaları veya konuşulmasına sert tepki göstermeleri, yetişmekte olan kadın ve erkeğin bilgi yoksunluğuna neden olmaktadır.

Toplumda yetişen çocuklar çevresinde kendi cinselliğine örnek alacağı birini göremezse, cinsel kimlik gelişimi bu yönde engellenmiş olacaktır. Yani, bilgisizlik, korku, bastırma ve toplumsal yönlendirmelerle cinsel kimlik sağlıklı bir şekilde ortaya konamamaktadır. Birey, bu bastırmalarla kendi bedenini ve benliğini belli bir cinsellik içinde algılama, kabullenme ve yaşantılaştırma yönünde başarısızlığa uğradığı ölçüde bunalıma ve cinsel davranış çatışmaları içine giriyor (cinsiyet sapmaları ve sosyal yapımızdaki etkileri, adlı çalışmadan alıntı yapılmıştır).

Çocukların kendi cinsiyetlerine göre seçilmeyen oyuncaklar, kıyafetler, renkler ve buna benzer durumlar ilerleyen zamanlarda çocukların kendi cinsiyetini ayırmada zorluk yaşatabilmektedir.

Bazı ebeveyn hatalarını sıralamak gerekirse:

  • Erkek çocuğuna kız kıyafeti giydirmek,
  • Kız çocuğuna erkek kıyafeti giydirmek,
  • Erkek çocuğunu kız çocuklarına ait oyuncaklarla oyun oynatmak,
  • Kız çocuklarına erkek oyuncaklarıyla oyun oynatmak,
  • Kız çocuğunun saçını kısa tutarak, başkaları tarafından erkek zannedilmesini sağlamak,
  • Erkek çocuğunun saçını çok uzatarak, başkaları tarafından kız zannedilmesini sağlamak,
  • Annenin erkek rollerine girmesi, babanın kadın rollerine girmesi,
  • Annenin aktif, babanın pasif olması,
  • Annenin babayı ezici davranışlarda bulunması,
  • Babanın işkolik olması nedeniyle eve az gelmesi, yani baba yoksunluğu,
  • Anne ve babanın çalışması nedeniyle anne baba yoksunluğu yaşaması,
  • Anne babanın çocuğu taciz durumları hakkında bilgilendirmemiş olması,
  • Tacize uğramış çocuğun psikolojik tedavi görmemesi,
  • Erkek çocuklarına çok dar kıyafetler giydirilmesi,
  • Kız çocuklarına aşırı baskı,
  • Şiddet ve hakaret,
  • Çocukların anne babadan korkarak birçok durumu gizlemesi,
  • Çocuğa sınırsız özgürlük verilmesi,
  • Çocuğu ilgisiz bırakma,
  • Teknolojiyle baş başa bırakma,
  • Yaşı büyümesine rağmen halen anne ya da babayla aynı yatakta uyuma,
  • Diğer çocuklara ilginin fazla gösterilmesi ve birinin çok ihmal edilmesi,
  • Anne babanın yanlış rol modelleri,
  • Anne babanın ev içerisinde birbirine cinsel şakalar yapması,
  • Çocuğun arkadaş çevresinin önemsenmemesi,
  • Çocuğun önünde madde (sigara, alkol, uyuşturucu vb.) kullanılması,
  • Çocuğun madde kullanımına izin verilmesi,
  • Çocuğa yanlış lakaplar takmak,
  1. birçok durum ebeveyn eğitimindeki yanlışlardır. Bu durumlara örnek olarak birçok misal verilebilir. Lakin genel olarak çocukların psikolojik etkilerini olumsuz etkileyen yöntemleri sunmak istedik.

Yukarıda saydığımız yanlış eğitim örnekleri,  çocukların sadece cinsiyet karmaşasına yol açmakla kalmamaktadır. Aynı zamanda anne babayla olan içsel çatışmaya da zamanla sebebiyet vermektedir. Cinsiyet karmaşası yaşayan çocukların anne babalarına baktığımız zaman, genel olarak pedagojik eğitimi bilmeyen anne babalar olduklarını görmekteyiz.

Peki, sadece bu eğitim yanlışları mı bu durumu tetikliyor? Tabi ki, hayır. Psikolojik olarak çocuk anne babanın dışındaki etkenlerle de cinsiyet karmaşası içerisine girebilmektedir. Özellikle sosyal medyanın etkisiyle her gün binlerce çocuk cinsiyet algısında değişim yaşamaktadır. Fiziksel etkenlerle de cinsiyet rollerinde karmaşa yaşayan bireyler aşağıda sayacağımız bazı durumlar sebebiyle de cinsiyet değişimine karar verebilmektedirler.

  • Pornografi bağımlılığı,
  • Eşcinsel gruplara özendiren müzik grupları,
  • Erektil disfonksiyon,
  • Çeşitli cinsel hastalıklar.

Pornografi bağımlılığı gün geçtikçe artmaktadır. Porno izleme yaşı da gün geçtikçe düşmektedir. Dünyada pornografi bağımlılığı 9 yaşlara kadar düşmektedir. Günümüzde teknolojiden kolayca bilgi ve video erişimi sayesinde çocuklar erken yaşlarda yetişkinlerin bilmesi gereken bilgileri öğrenmektedirler. Erken yaşta öğrenilen cinsel bilgiler, çocuklarda yanlış cinsel algı oluşturmaya sebebiyet vermektedir. Yapay cinsel doyurucu olarak bilinen pornografi, kişiye normal cinsellikten daha çok sadizm ya da mazoşizm algısı vermektedir.

Pornografi bağımlılığının etkileri:

  • Pornografi beyindeki gri maddeyi azaltmaktadır,
  • Porno alışkanlığı ile ruhsal ve davranışsal bozukluklar arasındaki ilişki bulunmuştur,
  • Porno izlemek boşanma oranını iki katına çıkarmaktadır,
  • İzlenen her porno çocuk istismar videolarının izleme olasılığını arttırmaktadır,
  • Porno izleyenler arasında seksüel saldırganlık normalden çok daha fazladır,
  • Erektil bozukluk vakaları her gün artmaktadır,
  • Porno kullanımının ergenler arasında artması bu kişilerin daha yüksek oranda depresyona yol açmaktadır,
  • Porno kullanımının ergenler arasında artması bu kişilerin akademik performansını olumsuz olarak etkilemektedir,
  • Daha erken yaşta pornografiye maruz kalmak uyuşturucu bağımlılığı ihtimalini arttırır,
  • Eşcinsel pornolar izlemek, çocuklarda eşcinsel olma dürtüsü oluşturabilmektedir.

Anlatılan bu durumların bilimsel gerçekliğini araştırmak isterseniz, cümleleri internete olduğu gibi yazarak araştırabilirsiniz.

Pornografinin zararlarını anlatma sebebimiz, kişinin cinsellikle ilgili sorunları yaşamasına sebebiyet vermesinden dolayıdır.

Erkek çocuklarında erektil disfonksiyon (iktidarsızlık) gün geçtikçe artmaktadır. Bunun sebebi, pornografi, hormonal problemler, ebeveyn eğitimi, psikolojik travma ve etkiler, doğuştan gelen fizyolojik problemler, sağlıksız beslenme vb. etkenler erkek çocuklarında erken yaşlarda iktidarsızlığa sebebiyet vermektedir. Aslında tedavisi bulunan erektil disfonksiyonun tedavi edilmemesi durumunda depresyon, stres, cinsel karmaşalar görülebilmektedir. Günümüzde tedavisi bulunan bu rahatsızlık için üroloji bölümüne giderek tedavi olmamız gerekmektedir. Tedavi olmak istemeyen bireyler eşcinselliğe ilgi duymaya başlayabilmektedirler. Çünkü fizyolojik anlamda işlevini yerine getiremeyen penisin, erkek çocuğunda erkeklik duygusu yaşaması mümkün değildir. Erkeklikle ilgili duyguları fizyolojik hastalıklar sebebiyle aktif olamadıkça, hormonlarda da değişim meydana gelebilmektedir.

Pornografinin de eşcinselliğe etkisi olduğunu ve diğer durumlara olan etkisini de görmekteyiz.

Bir diğer etken olan, eşcinselliğe özendiren sosyal medya gruplarıdır. Son 5 yıldır aktif olarak Kore Pop grupları dünya genelinde popülaritesini artırmaktadır. Bu müzik gruplarını dinleyenlerin yaş ortalaması 9 ila 25 yaş arasını kapsamaktadır. Özellikle kız çocuklarının hayranlıkla takip ettiği bu gruplar, psikolojik bir obje haline gelmiştir. Örneğin, BTS Kore Pop grubu, açıkça çocukları eşcinselliğe özendirmektedir. Henüz ergenlik ve çocukluk yaşında olan hayran kitlesi öncelikle eşcinselliğe saygı duyma algısıyla yaklaştırılarak, ilerleyen safhalarda özendirilmeye çalışılmaktadır.

BTS grubu ve buna benzeyen grupları incelediğimizde psikolojik bazı yönlendirmeler bulunmaktadır. İlk objeleri, gruptaki erkeklerin saç modellerini ne kız çocuğu gibi uzun ne de erkek çocuğu gibi kısa yapmamasıdır. Amaçları, cinsiyetsiz bireyler olduklarını ve diledikleri cinsiyetle beraber olabileceklerini anlatmaya çalışmaktır. Bu anlamı nasıl bu şekilde çıkarabiliyorsunuz? sorusunu sorabilirsiniz. Cevabı ise diğer belirtilerde ve röportajlarında bulunmaktadır.

Vücutlarını ne erkek vücudu gibi iri, ne de kadın vücudu gibi zayıf yapmama çabaları bulunmaktadır. Kıyafetleri ne erkek modelini ne de kız modelini yansıtmaktadır. Erkek olmalarına rağmen makyaj yapmak ve küpe takmak normal gösterilmektedir. Kusursuz bir yüz ve vücut görünümü vermektedirler. Kore pop grupları içerisinde bazı kurallar bulunmaktadır. Bu grubu temsil eden üyeler belli bir kilonun üstünde olmamalı ve ideal sınırlar içinde olmalıdır. Kore pop grubu üyeleri kendisine hayran olan kitleye de bazı yönergeler vermektedir. İdeal kızların boylarının ve kilolarının hangi oranda olması gerektiğini geçtiğimiz yıllarda açıklamışlardı.

Kore Pop temsilcilerinin o temsilcilikte kalabilmeleri için belli bir kiloda olmaları gerekmektedir. Birçok kural bulunan pop gruplarında daimi kalmak temsilciler adına çok zordur.

Kore Pop gruplarında temsilci olarak kalabilmek için konulan kurallar:

  • Açıktan romantik ilişki yaşamak yasaktır,
  • Yönetime nerede olduğunuzu söylemeniz gerekmektedir,
  • İmajın zedelenmemesi için küfür etmek yasaktır,
  • Hayranlarla fotoğraf çektirmek yasaktır,
  • Sarhoşken twit atmak yasaktır,
  • Hayranlarla sarılmak ya da öpüşmek yasaktır,
  • Programlar ve planlara bağlı olmak zorundalar,
  • Verilen diyet kurallarına uymak zorundadır,
  • Halka karşı imajını iyi koru,
  • Vücudunu çıplak olarak sergilemek yok.

Konulan kurallar bu grubun içine girmek için bir mücadeleyi içermektedir. Eğer bu kurallara bu üyelerden birisi uymazsa, o kişi gruptan atılır ve bu kurallara uyabilecek kişiler o gruba alınır. BTS Kore pop grubuna hayran olan ve üye olan herkes onların grubundan sayılmaktadır. Bundan dolayı tüm üyelerinin ve hayranlarının da bu kurallara uyması beklenir. Bu kurallara uyan ergen ve çocuklar aidiyet hissiyle kendilerini değerli hissetmektedirler. Çünkü bu gruba girmek zor görünmektedir. Gruba zor girme imajı verilmesi, orada bulunan kişilerin önemli birer kişi olduğunu göstermeye ve kendilerine tam bir bağlanma ile bağlanmalarını sağlamaktadır. Anne babası tarafından yeterli ilgiyi görmeyen çocukların bu gruplara girerek kendini değerli hissetmeye çalışmalarına çokça şahit olmaktayız.

Sonuç olarak, Kore pop grupları çocuklara rol model olmaya çalışan birer pop grubudur. Çocukları kendilerine benzetmek için onları grubun birer üyesi gibi hissettirerek ideolojik ve fizyolojik benzetme hedefleri de bulunmaktadır. Kore pop gruplarına aşırı hayranlık besleyen kız çocuklarının çoğunluğunda eşcinsel yönelim görülmektedir. Genellikle biseksüelliğe özendiren bu gruplar, cinsiyetsiz bir toplum amacına hizmet etmektedirler. Müzik kliplerinde LGBT bayrakları açarak çocuklara sürekli bu durumları aşılamaya çalışmaktadırlar. Psikolojiye göre, çocuk ve ergenler en çok hayran oldukları kişiler gibi olmaya çalışmaktadırlar. Anne babanın çocuğuna iyi bir rol model olamaması ve çocuğa verilen aşırı özgürlükle beraber gelen teknoloji bağımlılığıyla sosyal medyada bu çukurun içerisine binlerce çocuk düşmektedir.

Özetleyecek olursak, ergenlik ve çocukluk dönemi, kişinin sağlıklı cinsel bilgileri öğrenerek, doğru rol modelleri kendine benimsemesiyle sağlıklı bir sonuç vermektedir. Henüz çocukluk ve ergenlik döneminde çocukları eşcinselliğe çeken, farklı psikolojik figürlerle çocuğu etkilemeye çalışan etkenler çocuklardan uzak tutulmalıdır. Yeterli psikolojik olgunluğa ulaşamamış çocukların bu yaşlarda eşcinsel olmaya karar verilecek duruma getirilmeleri ne pedagojik anlamda ne de vicdani manada karşılık bulamaz.

Çocukların doğru cinsiyet algısı için kendi cinsiyetlerine göre eğitim verilmelidir. Şimdi şunu sorabilirsiniz; “neden kendi cinsiyetlerini seçmelerine izin vermiyoruz?”. Çünkü çocuklar buna karar verebilecek bilgiye, olgunluğa ve öngörüye sahip değil. Çocuğun duyguları siz nasıl eğitirseniz o şekilde şekillenir. Eğer çocuğa her konuda duyguları ve isteklerine göre özgürlük verirseniz, birini öldürmek istemesini, birine tecavüz etmek istemesini, intihar etmek istemesini vb. tüm yanlış duygu ve düşüncelerini hoş görmeniz gerekir. Bu tür duygu ve düşünceleri hoş göremeyeceğimize göre o kişiye doğru bilgiyi aktarmalı ve yönlendirmeliyiz.

Konu fiziksel konulardan olunca yönlendirmeyi doğru görüyoruz da, konu cinsiyete gelince neden yönlendirme yapamıyoruz? Bu durumun pedagojik olarak açıklanabilmesi mümkün değildir.

Çocuklara kendi cinsiyetlerini hissettiren eğitim verilmelidir. Kendi cinsiyetine göre eğitim verilmezse cinsellikle ilgili yanlış algılar oturur ve cinsiyet çatışması yaşar. Bu çatışmanın sonucunda verdiği karar hatalı olabilir. Doğuştan erkek genine sahip, erkek vücuduna sahip, erkek beynine sahip bir çocuğa “kadın olmak istersen olabilirsin” demek, çocuğa cinsiyet çatışması yaşatmaktan başka bir şey değildir. Eşcinselliği tercih eden bireylerde normal cinsiyeti yaşayanlar arasında ciddi psikolojik farklılıklar oluşmaktadır. Bu araştırmalar ülkelere, cinsiyetlere, kültürlere vb. birçok etken ele alınarak araştırılmıştır. Çocuklara kendi cinsiyetlerine göre eğitim verilmelidir, deme sebebimiz; farklı cinsiyette hissetmelerine sebebiyet verecek bir eğitim verirsek, çocukların eşcinselliği tercih etmeleriyle beraber fizyolojik ve psikolojik sorunlar yaşamasına da sebebiyet vermiş oluruz. Bunu sizlere istatistiksel olarak açıklayalım.

  • Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de heteroseksüel ve homoseksüellerin alkol kullanımı, madde bağımlılığı ve intihar oranı karşılaştırılmıştır. Eşcinsel bireylerin tüm verilerde açık ara önde olduğu çalışmanın en çarpıcı yönü; intihar oranıdır. Eşcinsel bireylerin intihara teşebbüs oranı diğerlerine göre 10 kat daha fazladır (Adli Tıp Dergisi, 2016).
  • Yeni Zelanda’da yapılan araştırmaya göre, kendisini LGB (Lezbiyen, Gey ve Biseksüel) olarak tanımlayan 21 yaşındaki gençlerin heteroseksüel yaşıtlarına göre intihara teşebbüs oranları 7 kat daha fazladır (Arch Gen Psychiatry, 1999).
  • 2012 verilerine göre Hollanda’da eşcinsellerin diğerlerine göre intihara teşebbüs oranı 5 kat daha fazladır (rlniews.nl).

Bu alanda yapılan tüm araştırmalarda bu tür sonuçlar görmekteyiz. Bu sonuçlara göre, intihar etmek psikolojik bir sorunun göstergesi olarak bilinmektedir. Dolayısıyla, eşcinselliğin psikolojiyi olumsuz yönde etkilediği bir gerçektir. Bunu destekleyen araştırmalar da vardır.

  • Depresyon, stres vb. birçok psikolojik problem eşcinsellerde çok daha fazla görülmektedir.
  • Eşcinseller anal ilişkiyi tercih ettikleri için birçoğunda sindirim bozukluğu ve dışkıyı tutamama hastalığı yaşanmaktadır.
  • Anal yolla bulaşan birçok hastalık bulunmaktadır. Her ne kadar kondom kullanımı olsa da, anal yolla enfeksiyonel hastalıklar iki tarafa da bulaşmaktadır.
  • AIDS (HIV) virüsü en çok eşcinsellerde görülmektedir. AIDS virüsünün ilk adı GRID (Gay Related Immun Disorder) idi. Anlamı; Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğudur. Bu isim daha sonra değiştirilerek AIDS, yani; Acquired Immune Deficiency Syndrome (Kazanılmış Bağışıklık Yetersizliği Sendromu) olmuştur. Eşcinsel lobilerin baskıları ile bu isim değiştirilmiştir. AIDS eşcinsellerden heteroseksüellere de bulaşabilmektedir. AIDS virüsünü kapmış olan bir hayat kadınıyla bir heteroseksüel ilişkiye girdikleri zaman heteroseksüel de AIDS hastalığına yakalanabilmektedir. AIDS hastalığının eşcinsellerde daha az görüldüğünü söyleyen bazı kesimler “AIDS’ten ölen ünlüler” araştırması yaptıkları zaman işin gerçeğini öğrenebilirler.

Sonuç olarak, eşcinsellerin yaşadığı hayat hem psikolojik hem de fizyolojik açıdan sağlıklı değildir. Bu da, eşcinselliğin bireye zararlı olduğunu göstermektedir.

İslamın Eşcinselliğe Bakışı ve bilimin bakışı sizler için özetlendi. Daha ayrıntılı okumak için İslam, Bilim ve Eşcinsellik adlı kitabı okuyabilirsiniz.

Rüya yorumları için ana sayfamızı ziyaret  edebilirsiniz.